DURUŞMADA ETKİLEŞİM RİTÜELLERİ (III) DURUŞMADA ETKİLEŞİM RİTÜELLERİ (III) Son zamanlarda duruşma salonlarının kapılarında duruşmaya katılanlar tarafından uyulması istenen duyurular görmekteyiz. Bunlar, “silahla girilmez” veya cep telefonu ile konuşmak yasaktır “ gibi kısa metinler olabildiği gibi, ayrıntılı da olabiliyor. Tweeter’da paylaşılan konumuzla ilgili iki duyuru incelenmeyi hak ediyor. Hatta, duruşma salonu kapılarındaki duruyular, hukuk sosyologları için doktora olmasa bile bir yüksek lisans tezi çalışmasını hak ediyor. 28. İş Mahkemesi Duruşma Salonu tabelası altındaki A4 kâğıda yazılmış duyuru aynen şöyle (mahkemenin tam adı okunmuyor) : "LÜTFEN HERKES OTURSUN Ayakta kalınabilecek haller yalnız aşağıdakilerdir: HMK md. 294/5 hükmün tefhimini, duruşmada bulunan ayakta dinler. HMK md. 233/5 ve 258/2 Yemin eda edilirken, hakim de dahil olmak üzere hazır bulunanlar herkes ayağa kalkar.Bunun dışında ayakta olmak yasal değildir; hâkim onayına bağlıdır (HMK 151 md. Vb.) Bu duyuruda sorun daha ilk cümlede başlıyor: “Ayakta kalınabilecek haller yalnız aşağıdakilerdir.” Son cümlede de vahim bir hal alıyor: “Bunun dışında ayakta olmak yasal değildir; hâkim onayına bağlıdır” Bu duyuru duruşma salonunun kapsında asılı olduğuna göre sadece avukatlara değil, tüm yurttaşlara yönelik gibi. Bir okur yazar olarak bu yönergeden şu anlamları çıkarabiliriz: Yemin ve hüküm tefhimi harici ayakta olamazsınız. Savunmanızı ayakta yapamazsınız. Ara kararı okunurken ayağa kalkamazsınız. Ayakta olmak için hâkim kararı almanız gerekir. Ancak ayakta kalmak hariç yapabileceğiniz devinimler şunlar: oturabilirsiniz, yatabilirsiniz, diz çökebilirsiniz, uzanabilirsiniz. Hâkimin ilan ettiği yönergede bu eylemler yasaklanmış değil. Ayrıca “yasal olmayan” bir eylem, hâkim onayıyla “yasal” hale gelebiliyor. Yani hakimin “yasal olmayanı”, yasal hale getirme kudreti var. Yönergenin üslubundan bu mahkemede ara kararının ayakta dinlenip dinlenmeyeceği konusuna avukat-hâkim çatışması yaşandığını, hakimin “tepkisel” olarak bu yönergeyi yayınladığını anlamak hiç de zor değil. Hâkimin, bu çatışmalar sonrasında avukatları “emirle oturtarak” cezalandırmak istediği satır aralarından adeta sızıyor. Çünkü hakim, yönergeyi “oturmak-ayakta durmak” filleri üzerine kurmuş. Örneğin (izleyiciler için) sessiz olmak, taşkınlık yapmamak, sesli gülmemek, telefonla konuşmamak gibi “duruşma düzenini gerçekten bozacak” olan eylemlere yönergede yer verilmemiş. Bununla ilgili ilginç bir tecrübeyi Adapazarı’nda yaşamıştım. Salona girdiğimde tuhaf bir durumla karşılaştım. Seyirci kısmında oturan avukatların bir kısmı halk arasında laubali hatta çocukça denecek tarzda ayak ayak üstüne atmış, bazısı en ön sırada adeta yatar vaziyette yarı uzanır şekilde oturmuşlardı. Sıram geldiğinde şaşkın bir vaziyette avukat masasına geçtim. Hâkim beyanımı sorduğunda ayağa kalkıp konuşmaya başladım. Yanımda oturan avukat, cüppemi sertçe çekiştirerek “oturun üstadım,” dedi. “Biz burada oturarak konuşuyoruz.” Avukatın bu uyarısına aldırmayarak söze devam ettim. Avukat arkadaş ikinci kez cüppenin eteğini daha sert biçimde çekiştirdi: “hâkim oturarak konuşmamızı istiyor.” Ben yine ayakta konuşmaya devam ettim. Bu defa hâkim otoriter bir tonda “avukat bey beyanınızı oturarak verin” diye beni uyardı. Ben de “Hâkim bey 20 yılı aşkın süredir avukatım. Ben bu güne kadar istisnasız mahkemeye hep ayakta hitap ettim.” demek zorunda kaldım. Sonuç olarak Duruşma salonuna, bir “duruşma düzeni” değil; izin verilmiş de değil, “emredilmiş bir laubalilik” egemendi. Buradaki hukuk zihniyetinde, duruşma salonunda cari hukukun, emir ve yasaklardan oluştuğu, kişinin serbest iradesiyle tercih edebileceği (ibahe) her hangi masum bir serbest davranış alanın kabul edilmediği anlaşılmaktadır. İncelediğimiz yönergede ve yaşadığımız olaylarda “duruşma düzeni” denilen muğlâk kavramın genellikle hâkimin egosu tarafından keyfi olarak doldurulduğunu görüyoruz. Zira “duruşma düzeninin” ne olduğu salondan salona, hâkimden hâkime değişiyor. Bu ego, kendisini kanunun emredici kurallarına uymamak, muhakeme sujelerine gereksiz yere kaba davranmak şeklinde zaman zaman doruk noktasına ulaşıyor. “Duruşma düzeni” denilen kavrama dayanılarak neredeyse tüm muhakeme normları ihlal edilebiliyor. Daha iki gün önce katıldığım ağır ceza mahkemesindeki duruşmada savcı bulunmuyordu. Savcının eksikliğini hiç hissetmedik. Ama olmayan savcı, beyanını tutanağa yazdırabildi. İşin gerçeği bu duruşmada yapılan iş bakımından iki üye hâkim ve bir avukat (bu ben oluyorum) olmasa da olurdu. Mahkeme Başkanı, duruşma esnasında gelen telefonunu cevapladı. Sanık (T.C. vatandaşı) duruşmaya katılmak için tutuklanma salonlarına tüm bu olup biteni şu şekilde tercüme etmek yanlış olmaz korkusuyla mübalağasız tam olarak 906 (dokuyüzaltı) kilometre araba kullanarak yol kat etmişti. Sanık, duruşma boyunca “sanık çitinde” ayakta esas duruşta bekledi. Şimdi, avukat olarak bir önceki yazıda incelenen duruşma salonundan çıkıp, ardından bu yazıda incelenen duruşma salonuna gidiğinizi düşünün. Ne hisseder, ne düşünürsünüz. Daha da önemlisi avukat olarak ne yapasınız. Duruşmalara hakim olan bu etkileşim ritüellerinin Türkçeye çevirisi sanırım şu olsa gerek : muhakeme kanunları dahil tüm kanunlar siz tebaayı bağlar, hakim-savcı olarak beni bağlamaz. Çünkü ben mutlak iktidarım. Bu paradigma, Baro yönetim kurulu üyelerinin adliye koridorlarında belediye zabıtasının seyyar satıcı kovaladığı gibi tutanak tutmak için başörtülü kadın avukat kovaladığı (evet, elinde kağıt -kalem gerçekten koşa koşa kovaladığı), uzun saçlı erkek avukat için saçlarından dolayı tutanak tutulmaya kalkışıldığı dönemin paradigmasıdır. Bu paradigma, hukuki olmadığı gibi hiç, ama hiç sağlıklı değildir. (Devam edecek) |
5863 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |